Akıl, doğru ile yanlışı ayırt edebilme kabiliyetidir. Aynı zamanda her türlü sorumluluğun da ön şartıdır. Sadece akıl sağlığı yerinde olan kişiler, yaptıklarının sonuçlarını üstlenirler. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, akıllı ve düşünebilen bir varlık olmasıdır. Ancak akıl düşünebilme ve seçebilme işlevini hiçbir baskı altında kalmadan, özgürce ve rahatça yerine getirebilmelidir. Aklın özgürce işlevini yerine getiremediği durumlarda insanlar sorumlu tutulmamıştır.
Akıl, Allah’ın insana verdiği en büyük nimetlerden biridir. İslam’a göre akıl sağlığı yerinde olan ve ergenlik çağına girmiş herkes dinin buyruklarından sorumludur. Aklı olmayan kişi, dini anlayamaz. Bu nedenle akıl hastaları dinin emir ve yasaklarından sorumlu değildir. Kur’an, bütün işlerde anlayarak hareket etmeyi tavsiye eder. İnsan da aklı sayesinde yaratıcısının kendisinden ne istediğini anlar ve ona uygun hareket eder.
“Allah size işte böylece ayetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız.” Bakara suresi, 242. ayet.
2. Kur’an Aklımızı Kullanmamızı İster
“Kur’an-ı Kerim; pek çok ayette, aklınızı kullanmıyor musunuz, düşünmüyor musunuz, hiç düşünmez misiniz?” gibi ifadelerle insanları düşünmeye teşvik etmiştir. Kur’an’da yüzlerce ayette aklı kullanmanın ve ilmin önemine vurgu yapılır. Kur’an’ın, “Ey akıl sahipleri!” diye seslenmesi de insanları aklını kullanmaya teşvik etmek içindir.
Kur’an; hayatın anlamı, yaratılışın amacı ve öldükten sonra yeniden diriliş gibi önemli konularda bilgiler verir. Bu gibi konularda düşünmemizi öğütler. Yüce Allah’ın varlığını anlamamızı, gücünü kavramımızı ister ve hayatı anlamlandırmamıza katkı sağlar. Aklı kullanmak ve düşünerek karar vermek çok önemlidir. İnsan, ancak düşünerek iyiyle kötüyü ve doğruyla yanlışı birbirinden ayırır. Yararlı ve zararlı olanın farkına varır. Akıl sayesinde insan, karşılaşacağı güçlüklerle mücadele etmeyi başarır ve kötülüklerden uzak durur. Düşünen insan her açıdan kendini geliştirir ve bir şeyler üretebilir. İnsan, aklını kullanarak hayatını kolaylaştırmanın yollarını arayıp bulabilir. Bu nedenle Allah aklımızı kullanmamızı öğütler.
“Akıl akıldan üstündür.” “Akıl yaşta değil baştadır.”
“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” İsrâ suresi, 70. ayet.
3. Kur’an Doğru Bilgiye Önem Verir
Doğru bilgi, insanın doğru sonuçlara varabilmesini sağlar. Gözün görebilmesi için ışığa ihtiyacı olduğu gibi aklın da doğru düşünüp doğru karar verebilmesi için doğru bilgiye ihtiyacı vardır. Bu nedenle Kur’an, insanın aklına seslenir ve doğru bilgiye ulaşmasını ister. İnsan doğru bilgi sahibi olunca inancı daha da güçlenir. Bu sayede Rabb’ine daha çok yaklaşır. Bilgi, insanı gerçeğe ulaştırmalıdır. Doğru bilgi; gerçek, güvenilir ve kesin olmalıdır. Zan ve tahmine dayalı olmamalıdır. Peygamberimiz, “…Fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınırım…” demiştir. Bu nedenle bizler de kendimize, doğaya, çevreye ve bütün insanlığa faydalı olacak bilimsel çalışmalara yönelmeliyiz. İnsanlara ve doğaya zarar verecek faydasız işlerden de kaçınmalıyız.
İnsanın görmediği; ama merak ettiği çok şey vardır. İnsan, aklıyla niçin yaratıldığını ve yaratılışının amacını bulmak ister. Ölümden sonraki hayatı merak eder. Bu arayışında Kur’an, insana doğru bilgiler vererek yardım eder. Allah, araştırmadan, incelemeden bir haber veya bilgiyi kabul etmeyi hoş karşılamaz.
Aksi hâlde insanın pişman olabileceğini bir ayette şöyle ifade eder: “Ey inananlar, size fasık bir adam bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Hz. Ali şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ı öğrenin, çünkü o sözlerin en güzelidir. Onda anlayışınızı derinleştirip kavrayışınızı genişletin. Çünkü o kalplerin baharıdır, nuruyla şifa bulun, zira o gönüllerin şifasıdır. Onu en güzel okuyuşla okuyun...”
Bilgi, bilimin ham maddesidir. Bilim ise Allah’ın tabiata koyduğu genel yasalara ulaşmayı amaçlayan bir faaliyettir. Bilimin keşifleri dinin değerleriyle birleşerek insanlara faydalı hâle gelir. Bu nedenle bizler doğru bilgiye önem vermeliyiz. Okumalı, araştırmalı ve kendimizi geliştirmeliyiz.
4. Kur’an’da Bilgi Edinme Yolları
Kur’an’da bilginin kaynakları; duyu organları, akıl ve vahiy olarak belirtilir. Kur’an, bunlarla elde edilen bilgileri akılla değerlendirmeyi esas alır. Duyu organları, insan için çok önemlidir. İnsan; görme, duyma, tatma, koklama, dokunma gibi duyularıyla bilgi edinir. Kur’an’da sayılan en önemli duyu organlarından biri işitme duyusudur. İşitmekten amaç, iyi dinlemek ve dinlediğini anlamaktır. Ayrıca bakmak ve baktığını görmek de önemlidir. “Göğe bakmıyorlar mı nasıl yükseltilmiştir? Dağlara bakmıyorlar mı? Nasıl yükseltilmiştir? Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır?” ayeti, insanı duyu organlarını iyi kullanması gerektiği konusunda teşvik eder.
İnsan; gördükleri üzerinde düşünen bir varlıktır. Düşündüklerinden yeni fikirler üretebilir ve bunları da yazılı ya da sözlü olarak ifade edebilir. Bundan dolayı insan yaptıklarından ve söylediklerinden sorumlu tutulmuştur. Kur’an’da akılla duyular arasında sıkı bir ilişki olduğu belirtilir ve insanın sahip olduğu kabiliyetleri ve duyularını iyi kullanması istenir. Allah, duyu organlarını kullanma sorumluluğunu şöyle dile getirir: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”
İnsan, sahip olduğu bilgilerin önemli bir kısmını gözlemle elde eder. Bu nedenle Kur’an, insanın çevresinde olup bitenlerle ilgili olarak gözlem yapmasını ve düşünmesini ister. Bu konu bir ayette şöyle ifade edilir: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü hâldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.”
Akıl, duyularla elde edilen bilgileri değerlendirir. Olaylar arasında bağlantılar kurar. Ulaştığı sonuçlardan yeni bilgiler üretir. Aklını kullanmak, gerçeği bulmanın yollarından biridir. Kur’an’da bu durum şöyle
anlatılır: “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin ve (Kur’an’ı) dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri hâlde, ‘İşittik.’ diyenler gibi de olmayın. Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar ve dilsizlerdir.”
Vahiy, doğru bilgi kaynaklarının başında gelir. Yüce Allah’ın varlığı, birliği, peygamberlerin gönderiliş amaçları, onların hayatları, kutsal kitaplar ve ahiret hayatı gibi dinimizin inanç esasları hakkında bilgiler verir. Evrenin yaratılışı hakkında açıklamalarda bulunur. İnsanların mutlu, huzurlu ve barış içinde yaşamaları konusunda onlara çeşitli öğütlerde bulunur. İyi ve kötü davranışlar hakkında örnekler vererek insanları aydınlatır.
Akıl ve vahiy, insanın doğru bilgi kaynaklarındandır. Dinin hükümleriyle aklın hükümleri birbirini destekler.
Kur’an’ın getirdiği ilkeler, akla uygundur. Çünkü aklı yaratan da vahyi gönderen de Allah’tır.Bilgiye; aklımız, duyu organlarımız ve vahiy aracılığıyla ulaşırız. Duyu organlarımızla gözlem yaparız ve aklımızla doğru ile yanlışı birbirinden ayırırız. Aklımızı kullanarak Kur’an’ı daha iyi anlarız. Rabb’imizi tanır ve bizim için yarattığı şeylerin farkına daha iyi varırız.
5. Bilgi, Taassubu Önler
Taassup; bir fikre veya inanışa körü körüne aşırı derecede bağlanıp ondan başkasını düşünememe durumudur. Dinimiz bizlere bağnazlıktan kaçınmamızı emretmiştir. Kur’an’a göre taassuptan kurtulmanın yolu, aklı kullanmaktır. Akıl doğru bilgi ile hakikate ulaşır. Zira doğru bilgiler, taassubu önler ve insanı bağnazlıktan kurtarır. Nitekim dinimiz, doğru bilgiye sahip olmayı ve körü körüne bir şeyin peşinden gitmemeyi öğütler. Bu husus Kur’an’da şöyle ifade edilir:”Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine
düşme...”
*************
“Üstlerinde kanatlarını açıp kapatarak uçan kuşları (hiç) görmediler
mi? Onları (havada) rahman olan Allah’tan başkası tutmuyor…” Mülk suresi, 19. ayet.
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art
arda gelişinde akıl sahipleri için gerçekten açık ibretler (ayetler)
vardır.” Âl-i İmrân suresi, 190. ayet.
Yukarıdaki ayetlerde anlatılmak istenen ortak noktayı belirtiniz.
*******
“Karganın biri seke seke yürüyen güzel bir keklik görmüş. Kekliğin güzelliğine ve alımlı yürüyüşüne hayran olmuş. Kekliği sürekli izlemeye başlamış. Tek gayesi keklik gibi olmakmış. Keklik bu durumdan rahatsız olmaya başlamış ve ‘Ne kadar benzerse benzesin, hiçbir şey aslı gibi gerçek olamaz. Çaban boşunadır. Bu durumdan vazgeç.’ demiş. Fakat karga bir türlü vazgeçmemiş ama keklik gibi yürümeyi de öğrenememiş. Zavallı karga kendi yürüyüşünü de unutmuş. Herkese karşı gülünç duruma düşmüş.”
Yukarıdaki kıssanın ana fikri nedir?
*******
Taassup sahibi kişiler, körü körüne başkalarını taklit ederler. Bu kimseler; inatçılık, aşırı taraftarlık, başkalarına karşı üstünlük ve farklı görüşlere tahammülsüzlük gibi olumsuz davranış sergilerler.
Taassubun bir nedeni insanların atalarından gördükleri her şeyi olduğu gibi kabul etmeleridir. Atalarına saygı duymak, insan için bir fazilettir. İnsan, atalarının tecrübelerinden ve tarihten ders almalıdır. Ancak onların görüşlerini bütünüyle kabullenip taklit etmemelidir. Onların doğrularına sahip çıkmalı, yanlışını da reddetmelidir.
“Çirkin bir iş işledikleri vakit, ‘Biz atalarımızdan böyle gördük.’ derler...” Ârâf suresi, 28. ayet.
Yukarıdaki ayeti dikkate alarak bilgisizce başkalarına uymanın sakıncaları nedir?
Allah, körü körüne bir fikri ya da kişiyi taklit etmeyi doğru bulmaz. İslam dinine göre insan, aklını kullanarak, düşünerek bilinçli bir şekilde davranmalı ve taklitten kaçınmalıdır. Kur’an’da körü körüne atalarını taklit edenler bir ayette şöyle uyarılır: “Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun.’ denildiği zaman onlar, ‘Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamışlarsa?” Buna göre insan, güzel ve doğru olanı örnek almalı ama bilinçsizce taklit etmemelidir.
Taassup, insanı bilgiden uzaklaştırır, araştırma yapmaktan alıkoyar ve insanda ön yargı oluşturur. Taassup, bilgisizlikten kaynaklanır. Bilgi olmayınca cahillik öne çıkar. Allah, gerçek karşısında insanın kendi kötü arzularına uymasını doğru bulmaz ve insanları bilgisizliğin ve bağnazlığın yol açacağı sapmalardan uzak durmaya çağırır. İnsanın yaptığı işlerde doğru yanlış demeden akla, fikre ve muhakemeye başvurmaması onu taassuba düşürür. İnsan, kendini haklı çıkarmak adına, yanlış bir şeye bile bile doğru dememelidir. Konuyla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “Onlar bir kötülük yaptıkları zaman, ‘Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti.’ derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”
İslam, düşünmenin önündeki tüm engelleri kaldırmış, düşünmeyi ve düşündüğünü ifade etmeyi teşvik etmiştir. Düşünmeyi engellemek, insanın yaratılış amacına aykırıdır. İnsanın farklı fikirlere de ihtiyacı vardır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı yerde gelişme ve ilerleme olamaz. İnsan, düşüncelerini özgürce açıklayamıyorsa ya da açıkladığında tepkiyle karşılaşıyorsa orada taassup var demektir. Bu da toplumun ilerlemesine engel olur. Kur’an’da bu değişime ve yeniliğe karşı çıkan bağnazlıktan şöyle söz edilir: “Andolsun biz bu Kur’an’da insanlara her çeşit misali getirip anlattık. Onlara bir ayet getirdiğin zaman inkâr edenler, ‘Siz (geleneklerimizi) iptal edenlerden başka bir şey değilsiniz.’ derler.”
“Akıl gibi zenginlik, bilgisizlik gibi yoksulluk, edep gibi miras, danışmak gibi dayanak olamaz.”Hz. Ali
“ İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”Hacı Bektaş Veli
“Her kimse ki onda ilim yoktur, suyu olmayan şehir gibidir..”Hacı Bektaş Veli
**************
ATATÜRK’ÜN TAASSUPLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ
Atatürk, taassuba karşı çıkmıştır. Bir sözünde, “Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassupkâr olan cahildir İlim mutlaka cahilliği yener O hâlde halkı aydınlatmak lazımdır.” demiştir. Bu sözüyle o, toplumda taassubun yok edilmesi için insanların iyi eğitilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Atatürk, taassuptan uzak durma konusunda şöyle demiştir: “Vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı, hiçbir kin duymayan, aksine saygı gösteren kimsede taassupsuzluk vardır. En azından başkalarının, kendininkine uymayan inanışlarını bilmezlikten, duymazlıktan gelir. Taassupsuzluk budur.” demiştir.
Atatürk, sadece taassuba karşı olmakla yetinmemiş, aynı zamanda düşünce özgürlüğünü, insanların fikirlerini serbestçe ifade edebilmelerini savunmuştur. Bu konu ile ilgili bir sözünde şöyle demiştir: “Şüphesiz, düşüncelerin, inanışların başka başka olmasından şüphe etmemek gerekir. Çünkü bütün fikirler ve inançlar bir noktada birleştiği takdirde bu, hareketsizlik belirtisidir, ölüm işaretidir.” Böylece o başkalarına zarar vermediği sürece herkese düşünce hürriyeti tanınması, özgürlük alanının genişletilmesi gerektiğine işaret etmiştir.
Atatürk, bir sözünde, “Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.” demiştir. Atatürk bu sözüyle her türlü taassubun ve din istismarının karşısında olduğunu belirtmiştir.
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, İslam dinine önem veren bir liderdi. O, yaptığı pek çok konuşmada dinimizden, Kur’an’dan, Peygamberimizden övgüyle söz etmiştir. Örneğin Atatürk, Peygamberimize duyduğu sevgi ve hayranlığı bir sözünde şöyle belirtmiştir: “Allah birdir. Şanı büyüktür… Peygamberimiz Efendimiz hazretleri, Allah tarafından insanlara dinî gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası hepimizce bilinmektedir ki Yüce Kur’an’daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir….”
Atatürk, Peygamberimizle ilgili bir sözünde de “O (Hz. Muhammed), Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuca kadar o, ölümsüzdür.” Onun bu konu ile ilgili başka bir sözü de şöyledir: “Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel bir şey kapsamıyor…”
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 25 ve 26. maddelerinde, “ Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir…” güvence altına alınmıştır. Bu durum aynı zamanda düşünce hürriyetinin cumhuriyet yönetimiyle güvence altına alındığını ortaya koymaktadır.
Her türlü taassuptan uzak durmalıyız. Kendimizi yeterli görerek doğruyu aramaktan vazgeçmemeliyiz. Tartışmaya açık olmalı ve başka düşüncelere de saygı duymalıyız. Kendi görüşlerimizi her zaman doğru, başkalarınınkini ise sürekli yanlış görmekten kaçınmalıyız. Körü körüne bir şeyi taklitten uzak durmalıyız. Vahyin rehberliğinden ve ilmin yol göstericiliğinden ayrılmamalıyız. Aklımıza sormayı ve vicdanımıza danışmayı ihmal etmemeliyiz. Ahlaklı, onurlu, kendine güvenen, gelişmeye açık ve erdemli bir insan olmaya çalışmalıyız.
6. Sevgi ve Merhamet Örneği: Hz. Yusuf
Hz. Yusuf, Kur’an’da adı geçen peygamberlerdendir. Yakup Peygamberin on iki oğlundan biridir. Dünyalar güzeli bir çocuk olan Hz. Yusuf’u babası çok seviyordu. Hz. Yusuf, bir gece rüyasında on bir yıldız, güneş ve ayın kendisine secde ettiklerini gördü. Rüyasından çok etkilendi. Bu rüyayı babasına anlattı. Babası, Hz. Yusuf’un ileride önemli bir kişi olacağını anladı. Ona, rüyasını kardeşlerine anlat mamasını tembihledi. Çünkü kardeşlerinin Hz. Yusuf’u kıskanmalarından endişe ediyordu. Hz. Yakup’un endişesi haklı çıktı. Kardeşleri kıskançlıklarından dolayı aralarında anlaşıp Yusuf’tan kurtulmaya karar verdiler. Gezip eğlenmek bahanesiyle babalarından izin alarak Hz. Yusuf’u kırlara götürdüler. Onu bir kuyuya attılar. Gömleğine de avladıkları bir hayvanın kanını sürerek, “Yusuf’u kurt kaptı.” diye babalarına yalan söylediler.
Kuyunun yanından geçmekte olan bir kervanın yolcuları, Yusuf’u kuyudan kurtarıp Mısır’a götürdüler ve onu Mısır vezirine köle olarak sattılar. Hz. Yusuf, kendisine atılan bir iftiradan dolayı hapsedildi ve uzun yıllar hapiste kaldı. Allah, ona rüyaları yorumlamasını öğretti. Hapiste arkadaşlarının rüyalarını yorumluyordu.
Yorumladığı rüyalar doğru çıkıyordu. Allah onu, insanları doğruya ve güzele çağırması için peygamber olarak görevlendirdi.
Kur’an’da yer alan surelerden biri Yûsuf suresidir. Tamamı 111 ayet olan bu surede Hz. Yusuf’un hayatı anlatılmıştır. Yusuf’un hayat hikâyesi, Kur’an-ı Kerim’de “kıssaların en güzeli” olarak
nitelendirilmiştir.
Mısır hükümdarı, bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi besili ineği yediğini ve yedi yeşil başağın yanında yedi kurumuş başak olduğunu gördü. Bu rüyasının yorumlanmasını istedi. Fakat yanındaki danışmanların yaptıkları yorumları mantıklı bulmadı. Daha önce Hz. Yusuf ile hapiste yatan arkadaşı krala bu rüyanın yorumunu öğrenip gelebileceğini söyledi. Ardından Hz. Yusuf’la konuşarak öğrendiği yorumu krala anlattı.1 Hz. Yusuf, yedi yıl bolluk olacağını, peşinden gelen yedi yılın ise kıtlıkla geçeceğini söyledi. Hükümdar, Hz. Yusuf’un bu yorumunu mantıklı buldu ve çözüm önerilerini sordu. Hz. Yusuf da önerilerini söyledi.
Bunun üzerine hükümdar, Hz. Yusuf’u hapisten çıkararak devlet hazinesinin sorumluluğunu ona verdi. Yusuf bolluk yıllarında ürünlerin bir kısmını depolara koydurdu. Kıtlık yılları gelince depolardaki ürünleri halka dağıtmaya başladı.
“Rabb’im! Bana hükümranlık verdin ve bana olayların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada ve ahirette benim yanımda yakınımda olan, beni koruyup destekleyen sensin. Bana hayatımı Müslüman olarak tamamlamayı nasip et ve beni iyi insanların arasına kat.”Yûsuf suresi, 101. ayet.
Yusuf’um
Ben bir Yakup idim kendi hâlimde
Mevla ismi vardır benim dilimde
Yitirdim Yusuf’u Kenan ilinde
Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um diye
Yusuf’u götürüp bilmem nettiler
Yusuf’un gömleğini al kan ettiler
Kurtlar yemiş diye bühtan ettiler
Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um diye
Bir derdi bulsam da derdime yansam
Yandım hasretine bağrım dağlasam
Yusuf’um cemalin bir dahi görsem
Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um diye
Derviş Yunus bunu böyle söyledi
İnip aşkın deryasını boyladı
Kul iken Mısır’a sultan eyledi
Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um diye
Yunus Emre
Şiirde Hz. Yusuf’un hayatının hangi aşamalarından söz edilmiştir? Belirtiniz.
Hz. Yusuf’un ailesinin yaşadığı Kenan (Filistin) diyarında kıtlık yaşandı. Yusuf’un kardeşleri de yiyecek almak için birkaç kez Kenan ülkesinden Mısır’a geldiler. Hz. Yusuf, sonunda kardeşlerine kendini tanıttı ve kendisini çocukluğunda kuyuya atmalarına rağmen onları affetti. Hz. Yusuf onlara, “Bugün kınanacak değilsiniz, Allah sizi affetsin. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” dedi.
Yusuf Peygamber, babası, annesi ve kardeşlerinin tamamını Mısır’a davet etti. Onlar da bu daveti kabul ettiler. Mısır’a vardıklarında Hz. Yusuf anne ve babasını tahta oturttu. Diğer on bir kardeşi ise Hz. Yusuf’a saygılarını gösterdiler. O zaman Hz. Yusuf, “…Babacığım, işte bu daha önce gördüğüm rüyanın gerçekleşmesidir. Rabb’im onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozdu. Sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabb’im, bana pek çok iyiliklerde bulundu...” dedi.
Yusuf Peygamber, uzun yıllar Mısır’da insanları adaletle yönetti. Onlara peygamberlik ve rehberlik yaptı. Hep iyiliğe ve güzelliğe çağırdı. Yusuf Peygamberin hayat hikâyesi hakkında Allah söyle buyurmuştur: “Andolsun, Yusuf ve kardeşlerin(in kıssaların)da, (hakikati arayıp) soranlar için ibretler vardır.”
Akıl, Allah’ın insana verdiği en büyük nimetlerden biridir. İslam’a göre akıl sağlığı yerinde olan ve ergenlik çağına girmiş herkes dinin buyruklarından sorumludur. Aklı olmayan kişi, dini anlayamaz. Bu nedenle akıl hastaları dinin emir ve yasaklarından sorumlu değildir. Kur’an, bütün işlerde anlayarak hareket etmeyi tavsiye eder. İnsan da aklı sayesinde yaratıcısının kendisinden ne istediğini anlar ve ona uygun hareket eder.
“Allah size işte böylece ayetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız.” Bakara suresi, 242. ayet.
2. Kur’an Aklımızı Kullanmamızı İster
“Kur’an-ı Kerim; pek çok ayette, aklınızı kullanmıyor musunuz, düşünmüyor musunuz, hiç düşünmez misiniz?” gibi ifadelerle insanları düşünmeye teşvik etmiştir. Kur’an’da yüzlerce ayette aklı kullanmanın ve ilmin önemine vurgu yapılır. Kur’an’ın, “Ey akıl sahipleri!” diye seslenmesi de insanları aklını kullanmaya teşvik etmek içindir.
Kur’an; hayatın anlamı, yaratılışın amacı ve öldükten sonra yeniden diriliş gibi önemli konularda bilgiler verir. Bu gibi konularda düşünmemizi öğütler. Yüce Allah’ın varlığını anlamamızı, gücünü kavramımızı ister ve hayatı anlamlandırmamıza katkı sağlar. Aklı kullanmak ve düşünerek karar vermek çok önemlidir. İnsan, ancak düşünerek iyiyle kötüyü ve doğruyla yanlışı birbirinden ayırır. Yararlı ve zararlı olanın farkına varır. Akıl sayesinde insan, karşılaşacağı güçlüklerle mücadele etmeyi başarır ve kötülüklerden uzak durur. Düşünen insan her açıdan kendini geliştirir ve bir şeyler üretebilir. İnsan, aklını kullanarak hayatını kolaylaştırmanın yollarını arayıp bulabilir. Bu nedenle Allah aklımızı kullanmamızı öğütler.
“Akıl akıldan üstündür.” “Akıl yaşta değil baştadır.”
“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” İsrâ suresi, 70. ayet.
3. Kur’an Doğru Bilgiye Önem Verir
Doğru bilgi, insanın doğru sonuçlara varabilmesini sağlar. Gözün görebilmesi için ışığa ihtiyacı olduğu gibi aklın da doğru düşünüp doğru karar verebilmesi için doğru bilgiye ihtiyacı vardır. Bu nedenle Kur’an, insanın aklına seslenir ve doğru bilgiye ulaşmasını ister. İnsan doğru bilgi sahibi olunca inancı daha da güçlenir. Bu sayede Rabb’ine daha çok yaklaşır. Bilgi, insanı gerçeğe ulaştırmalıdır. Doğru bilgi; gerçek, güvenilir ve kesin olmalıdır. Zan ve tahmine dayalı olmamalıdır. Peygamberimiz, “…Fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınırım…” demiştir. Bu nedenle bizler de kendimize, doğaya, çevreye ve bütün insanlığa faydalı olacak bilimsel çalışmalara yönelmeliyiz. İnsanlara ve doğaya zarar verecek faydasız işlerden de kaçınmalıyız.
İnsanın görmediği; ama merak ettiği çok şey vardır. İnsan, aklıyla niçin yaratıldığını ve yaratılışının amacını bulmak ister. Ölümden sonraki hayatı merak eder. Bu arayışında Kur’an, insana doğru bilgiler vererek yardım eder. Allah, araştırmadan, incelemeden bir haber veya bilgiyi kabul etmeyi hoş karşılamaz.
Aksi hâlde insanın pişman olabileceğini bir ayette şöyle ifade eder: “Ey inananlar, size fasık bir adam bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Hz. Ali şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ı öğrenin, çünkü o sözlerin en güzelidir. Onda anlayışınızı derinleştirip kavrayışınızı genişletin. Çünkü o kalplerin baharıdır, nuruyla şifa bulun, zira o gönüllerin şifasıdır. Onu en güzel okuyuşla okuyun...”
Bilgi, bilimin ham maddesidir. Bilim ise Allah’ın tabiata koyduğu genel yasalara ulaşmayı amaçlayan bir faaliyettir. Bilimin keşifleri dinin değerleriyle birleşerek insanlara faydalı hâle gelir. Bu nedenle bizler doğru bilgiye önem vermeliyiz. Okumalı, araştırmalı ve kendimizi geliştirmeliyiz.
4. Kur’an’da Bilgi Edinme Yolları
Kur’an’da bilginin kaynakları; duyu organları, akıl ve vahiy olarak belirtilir. Kur’an, bunlarla elde edilen bilgileri akılla değerlendirmeyi esas alır. Duyu organları, insan için çok önemlidir. İnsan; görme, duyma, tatma, koklama, dokunma gibi duyularıyla bilgi edinir. Kur’an’da sayılan en önemli duyu organlarından biri işitme duyusudur. İşitmekten amaç, iyi dinlemek ve dinlediğini anlamaktır. Ayrıca bakmak ve baktığını görmek de önemlidir. “Göğe bakmıyorlar mı nasıl yükseltilmiştir? Dağlara bakmıyorlar mı? Nasıl yükseltilmiştir? Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır?” ayeti, insanı duyu organlarını iyi kullanması gerektiği konusunda teşvik eder.
İnsan; gördükleri üzerinde düşünen bir varlıktır. Düşündüklerinden yeni fikirler üretebilir ve bunları da yazılı ya da sözlü olarak ifade edebilir. Bundan dolayı insan yaptıklarından ve söylediklerinden sorumlu tutulmuştur. Kur’an’da akılla duyular arasında sıkı bir ilişki olduğu belirtilir ve insanın sahip olduğu kabiliyetleri ve duyularını iyi kullanması istenir. Allah, duyu organlarını kullanma sorumluluğunu şöyle dile getirir: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”
İnsan, sahip olduğu bilgilerin önemli bir kısmını gözlemle elde eder. Bu nedenle Kur’an, insanın çevresinde olup bitenlerle ilgili olarak gözlem yapmasını ve düşünmesini ister. Bu konu bir ayette şöyle ifade edilir: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü hâldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.”
Akıl, duyularla elde edilen bilgileri değerlendirir. Olaylar arasında bağlantılar kurar. Ulaştığı sonuçlardan yeni bilgiler üretir. Aklını kullanmak, gerçeği bulmanın yollarından biridir. Kur’an’da bu durum şöyle
anlatılır: “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin ve (Kur’an’ı) dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri hâlde, ‘İşittik.’ diyenler gibi de olmayın. Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar ve dilsizlerdir.”
Vahiy, doğru bilgi kaynaklarının başında gelir. Yüce Allah’ın varlığı, birliği, peygamberlerin gönderiliş amaçları, onların hayatları, kutsal kitaplar ve ahiret hayatı gibi dinimizin inanç esasları hakkında bilgiler verir. Evrenin yaratılışı hakkında açıklamalarda bulunur. İnsanların mutlu, huzurlu ve barış içinde yaşamaları konusunda onlara çeşitli öğütlerde bulunur. İyi ve kötü davranışlar hakkında örnekler vererek insanları aydınlatır.
Akıl ve vahiy, insanın doğru bilgi kaynaklarındandır. Dinin hükümleriyle aklın hükümleri birbirini destekler.
Kur’an’ın getirdiği ilkeler, akla uygundur. Çünkü aklı yaratan da vahyi gönderen de Allah’tır.Bilgiye; aklımız, duyu organlarımız ve vahiy aracılığıyla ulaşırız. Duyu organlarımızla gözlem yaparız ve aklımızla doğru ile yanlışı birbirinden ayırırız. Aklımızı kullanarak Kur’an’ı daha iyi anlarız. Rabb’imizi tanır ve bizim için yarattığı şeylerin farkına daha iyi varırız.
5. Bilgi, Taassubu Önler
Taassup; bir fikre veya inanışa körü körüne aşırı derecede bağlanıp ondan başkasını düşünememe durumudur. Dinimiz bizlere bağnazlıktan kaçınmamızı emretmiştir. Kur’an’a göre taassuptan kurtulmanın yolu, aklı kullanmaktır. Akıl doğru bilgi ile hakikate ulaşır. Zira doğru bilgiler, taassubu önler ve insanı bağnazlıktan kurtarır. Nitekim dinimiz, doğru bilgiye sahip olmayı ve körü körüne bir şeyin peşinden gitmemeyi öğütler. Bu husus Kur’an’da şöyle ifade edilir:”Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine
düşme...”
*************
“Üstlerinde kanatlarını açıp kapatarak uçan kuşları (hiç) görmediler
mi? Onları (havada) rahman olan Allah’tan başkası tutmuyor…” Mülk suresi, 19. ayet.
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art
arda gelişinde akıl sahipleri için gerçekten açık ibretler (ayetler)
vardır.” Âl-i İmrân suresi, 190. ayet.
Yukarıdaki ayetlerde anlatılmak istenen ortak noktayı belirtiniz.
*******
“Karganın biri seke seke yürüyen güzel bir keklik görmüş. Kekliğin güzelliğine ve alımlı yürüyüşüne hayran olmuş. Kekliği sürekli izlemeye başlamış. Tek gayesi keklik gibi olmakmış. Keklik bu durumdan rahatsız olmaya başlamış ve ‘Ne kadar benzerse benzesin, hiçbir şey aslı gibi gerçek olamaz. Çaban boşunadır. Bu durumdan vazgeç.’ demiş. Fakat karga bir türlü vazgeçmemiş ama keklik gibi yürümeyi de öğrenememiş. Zavallı karga kendi yürüyüşünü de unutmuş. Herkese karşı gülünç duruma düşmüş.”
Yukarıdaki kıssanın ana fikri nedir?
*******
Taassup sahibi kişiler, körü körüne başkalarını taklit ederler. Bu kimseler; inatçılık, aşırı taraftarlık, başkalarına karşı üstünlük ve farklı görüşlere tahammülsüzlük gibi olumsuz davranış sergilerler.
Taassubun bir nedeni insanların atalarından gördükleri her şeyi olduğu gibi kabul etmeleridir. Atalarına saygı duymak, insan için bir fazilettir. İnsan, atalarının tecrübelerinden ve tarihten ders almalıdır. Ancak onların görüşlerini bütünüyle kabullenip taklit etmemelidir. Onların doğrularına sahip çıkmalı, yanlışını da reddetmelidir.
“Çirkin bir iş işledikleri vakit, ‘Biz atalarımızdan böyle gördük.’ derler...” Ârâf suresi, 28. ayet.
Yukarıdaki ayeti dikkate alarak bilgisizce başkalarına uymanın sakıncaları nedir?
Allah, körü körüne bir fikri ya da kişiyi taklit etmeyi doğru bulmaz. İslam dinine göre insan, aklını kullanarak, düşünerek bilinçli bir şekilde davranmalı ve taklitten kaçınmalıdır. Kur’an’da körü körüne atalarını taklit edenler bir ayette şöyle uyarılır: “Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun.’ denildiği zaman onlar, ‘Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamışlarsa?” Buna göre insan, güzel ve doğru olanı örnek almalı ama bilinçsizce taklit etmemelidir.
Taassup, insanı bilgiden uzaklaştırır, araştırma yapmaktan alıkoyar ve insanda ön yargı oluşturur. Taassup, bilgisizlikten kaynaklanır. Bilgi olmayınca cahillik öne çıkar. Allah, gerçek karşısında insanın kendi kötü arzularına uymasını doğru bulmaz ve insanları bilgisizliğin ve bağnazlığın yol açacağı sapmalardan uzak durmaya çağırır. İnsanın yaptığı işlerde doğru yanlış demeden akla, fikre ve muhakemeye başvurmaması onu taassuba düşürür. İnsan, kendini haklı çıkarmak adına, yanlış bir şeye bile bile doğru dememelidir. Konuyla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “Onlar bir kötülük yaptıkları zaman, ‘Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti.’ derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”
İslam, düşünmenin önündeki tüm engelleri kaldırmış, düşünmeyi ve düşündüğünü ifade etmeyi teşvik etmiştir. Düşünmeyi engellemek, insanın yaratılış amacına aykırıdır. İnsanın farklı fikirlere de ihtiyacı vardır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı yerde gelişme ve ilerleme olamaz. İnsan, düşüncelerini özgürce açıklayamıyorsa ya da açıkladığında tepkiyle karşılaşıyorsa orada taassup var demektir. Bu da toplumun ilerlemesine engel olur. Kur’an’da bu değişime ve yeniliğe karşı çıkan bağnazlıktan şöyle söz edilir: “Andolsun biz bu Kur’an’da insanlara her çeşit misali getirip anlattık. Onlara bir ayet getirdiğin zaman inkâr edenler, ‘Siz (geleneklerimizi) iptal edenlerden başka bir şey değilsiniz.’ derler.”
“Akıl gibi zenginlik, bilgisizlik gibi yoksulluk, edep gibi miras, danışmak gibi dayanak olamaz.”Hz. Ali
“ İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”Hacı Bektaş Veli
“Her kimse ki onda ilim yoktur, suyu olmayan şehir gibidir..”Hacı Bektaş Veli
**************
ATATÜRK’ÜN TAASSUPLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ
Atatürk, taassuba karşı çıkmıştır. Bir sözünde, “Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassupkâr olan cahildir İlim mutlaka cahilliği yener O hâlde halkı aydınlatmak lazımdır.” demiştir. Bu sözüyle o, toplumda taassubun yok edilmesi için insanların iyi eğitilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Atatürk, taassuptan uzak durma konusunda şöyle demiştir: “Vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı, hiçbir kin duymayan, aksine saygı gösteren kimsede taassupsuzluk vardır. En azından başkalarının, kendininkine uymayan inanışlarını bilmezlikten, duymazlıktan gelir. Taassupsuzluk budur.” demiştir.
Atatürk, sadece taassuba karşı olmakla yetinmemiş, aynı zamanda düşünce özgürlüğünü, insanların fikirlerini serbestçe ifade edebilmelerini savunmuştur. Bu konu ile ilgili bir sözünde şöyle demiştir: “Şüphesiz, düşüncelerin, inanışların başka başka olmasından şüphe etmemek gerekir. Çünkü bütün fikirler ve inançlar bir noktada birleştiği takdirde bu, hareketsizlik belirtisidir, ölüm işaretidir.” Böylece o başkalarına zarar vermediği sürece herkese düşünce hürriyeti tanınması, özgürlük alanının genişletilmesi gerektiğine işaret etmiştir.
Atatürk, bir sözünde, “Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.” demiştir. Atatürk bu sözüyle her türlü taassubun ve din istismarının karşısında olduğunu belirtmiştir.
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, İslam dinine önem veren bir liderdi. O, yaptığı pek çok konuşmada dinimizden, Kur’an’dan, Peygamberimizden övgüyle söz etmiştir. Örneğin Atatürk, Peygamberimize duyduğu sevgi ve hayranlığı bir sözünde şöyle belirtmiştir: “Allah birdir. Şanı büyüktür… Peygamberimiz Efendimiz hazretleri, Allah tarafından insanlara dinî gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası hepimizce bilinmektedir ki Yüce Kur’an’daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir….”
Atatürk, Peygamberimizle ilgili bir sözünde de “O (Hz. Muhammed), Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuca kadar o, ölümsüzdür.” Onun bu konu ile ilgili başka bir sözü de şöyledir: “Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel bir şey kapsamıyor…”
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 25 ve 26. maddelerinde, “ Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir…” güvence altına alınmıştır. Bu durum aynı zamanda düşünce hürriyetinin cumhuriyet yönetimiyle güvence altına alındığını ortaya koymaktadır.
Her türlü taassuptan uzak durmalıyız. Kendimizi yeterli görerek doğruyu aramaktan vazgeçmemeliyiz. Tartışmaya açık olmalı ve başka düşüncelere de saygı duymalıyız. Kendi görüşlerimizi her zaman doğru, başkalarınınkini ise sürekli yanlış görmekten kaçınmalıyız. Körü körüne bir şeyi taklitten uzak durmalıyız. Vahyin rehberliğinden ve ilmin yol göstericiliğinden ayrılmamalıyız. Aklımıza sormayı ve vicdanımıza danışmayı ihmal etmemeliyiz. Ahlaklı, onurlu, kendine güvenen, gelişmeye açık ve erdemli bir insan olmaya çalışmalıyız.
6. Sevgi ve Merhamet Örneği: Hz. Yusuf
Hz. Yusuf, Kur’an’da adı geçen peygamberlerdendir. Yakup Peygamberin on iki oğlundan biridir. Dünyalar güzeli bir çocuk olan Hz. Yusuf’u babası çok seviyordu. Hz. Yusuf, bir gece rüyasında on bir yıldız, güneş ve ayın kendisine secde ettiklerini gördü. Rüyasından çok etkilendi. Bu rüyayı babasına anlattı. Babası, Hz. Yusuf’un ileride önemli bir kişi olacağını anladı. Ona, rüyasını kardeşlerine anlat mamasını tembihledi. Çünkü kardeşlerinin Hz. Yusuf’u kıskanmalarından endişe ediyordu. Hz. Yakup’un endişesi haklı çıktı. Kardeşleri kıskançlıklarından dolayı aralarında anlaşıp Yusuf’tan kurtulmaya karar verdiler. Gezip eğlenmek bahanesiyle babalarından izin alarak Hz. Yusuf’u kırlara götürdüler. Onu bir kuyuya attılar. Gömleğine de avladıkları bir hayvanın kanını sürerek, “Yusuf’u kurt kaptı.” diye babalarına yalan söylediler.
Kuyunun yanından geçmekte olan bir kervanın yolcuları, Yusuf’u kuyudan kurtarıp Mısır’a götürdüler ve onu Mısır vezirine köle olarak sattılar. Hz. Yusuf, kendisine atılan bir iftiradan dolayı hapsedildi ve uzun yıllar hapiste kaldı. Allah, ona rüyaları yorumlamasını öğretti. Hapiste arkadaşlarının rüyalarını yorumluyordu.
Yorumladığı rüyalar doğru çıkıyordu. Allah onu, insanları doğruya ve güzele çağırması için peygamber olarak görevlendirdi.
Kur’an’da yer alan surelerden biri Yûsuf suresidir. Tamamı 111 ayet olan bu surede Hz. Yusuf’un hayatı anlatılmıştır. Yusuf’un hayat hikâyesi, Kur’an-ı Kerim’de “kıssaların en güzeli” olarak
nitelendirilmiştir.
Mısır hükümdarı, bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi besili ineği yediğini ve yedi yeşil başağın yanında yedi kurumuş başak olduğunu gördü. Bu rüyasının yorumlanmasını istedi. Fakat yanındaki danışmanların yaptıkları yorumları mantıklı bulmadı. Daha önce Hz. Yusuf ile hapiste yatan arkadaşı krala bu rüyanın yorumunu öğrenip gelebileceğini söyledi. Ardından Hz. Yusuf’la konuşarak öğrendiği yorumu krala anlattı.1 Hz. Yusuf, yedi yıl bolluk olacağını, peşinden gelen yedi yılın ise kıtlıkla geçeceğini söyledi. Hükümdar, Hz. Yusuf’un bu yorumunu mantıklı buldu ve çözüm önerilerini sordu. Hz. Yusuf da önerilerini söyledi.
Bunun üzerine hükümdar, Hz. Yusuf’u hapisten çıkararak devlet hazinesinin sorumluluğunu ona verdi. Yusuf bolluk yıllarında ürünlerin bir kısmını depolara koydurdu. Kıtlık yılları gelince depolardaki ürünleri halka dağıtmaya başladı.
“Rabb’im! Bana hükümranlık verdin ve bana olayların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada ve ahirette benim yanımda yakınımda olan, beni koruyup destekleyen sensin. Bana hayatımı Müslüman olarak tamamlamayı nasip et ve beni iyi insanların arasına kat.”Yûsuf suresi, 101. ayet.
Yusuf’um
Ben bir Yakup idim kendi hâlimde
Mevla ismi vardır benim dilimde
Yitirdim Yusuf’u Kenan ilinde
Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um diye
Yusuf’u götürüp bilmem nettiler
Yusuf’un gömleğini al kan ettiler
Kurtlar yemiş diye bühtan ettiler
Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um diye
Bir derdi bulsam da derdime yansam
Yandım hasretine bağrım dağlasam
Yusuf’um cemalin bir dahi görsem
Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um diye
Derviş Yunus bunu böyle söyledi
İnip aşkın deryasını boyladı
Kul iken Mısır’a sultan eyledi
Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um diye
Yunus Emre
Şiirde Hz. Yusuf’un hayatının hangi aşamalarından söz edilmiştir? Belirtiniz.
Hz. Yusuf’un ailesinin yaşadığı Kenan (Filistin) diyarında kıtlık yaşandı. Yusuf’un kardeşleri de yiyecek almak için birkaç kez Kenan ülkesinden Mısır’a geldiler. Hz. Yusuf, sonunda kardeşlerine kendini tanıttı ve kendisini çocukluğunda kuyuya atmalarına rağmen onları affetti. Hz. Yusuf onlara, “Bugün kınanacak değilsiniz, Allah sizi affetsin. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” dedi.
Yusuf Peygamber, babası, annesi ve kardeşlerinin tamamını Mısır’a davet etti. Onlar da bu daveti kabul ettiler. Mısır’a vardıklarında Hz. Yusuf anne ve babasını tahta oturttu. Diğer on bir kardeşi ise Hz. Yusuf’a saygılarını gösterdiler. O zaman Hz. Yusuf, “…Babacığım, işte bu daha önce gördüğüm rüyanın gerçekleşmesidir. Rabb’im onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozdu. Sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabb’im, bana pek çok iyiliklerde bulundu...” dedi.
Yusuf Peygamber, uzun yıllar Mısır’da insanları adaletle yönetti. Onlara peygamberlik ve rehberlik yaptı. Hep iyiliğe ve güzelliğe çağırdı. Yusuf Peygamberin hayat hikâyesi hakkında Allah söyle buyurmuştur: “Andolsun, Yusuf ve kardeşlerin(in kıssaların)da, (hakikati arayıp) soranlar için ibretler vardır.”